söz, sesle karıştı: çığlık doğdu
‘’bu
yeryüzünde insan, şairane mukimdir.’’
(hölderlin)
şiir, bir kez vuzuh olup bir vücuda büründükten sonra onu
kuşanan dizgelere aitliğini yitirir. bir yılkı, bir küheylân gibi başıboş
gezinir yol ile yol olanların dimağında. bu çağlar arşınlayış ontolojik bir
buhran yaratır, keşmekeşe sebep olur. gerçekliğin alt üst edilmesidir çünkü
şiir; üretilen Gerçeklik’lere bir başkaldırıdır, anayasanın ihlâlidir.
yan yana yürür felsefe ve şiir, birbirlerine içkindirler.
yine de şiir, felsefeyi daha çok ihtiva etmektedir. bundan ötürü sürgün eder platon
şairleri callipolis’ten. statükosunun poetik bir savaş vasıtasıyla
sarsılacağını bilir. çünkü şairler, alışılagelmişi yıkmakla yükümlüdürler. bu
savaşın ayân kılınmadığı bir düzlemde kendini gerçekleştiren şiirler, hâkim
paradigmaların ve ideolojilerin açık ya da örtük birer sözcüsü olmaktan öteye
gidemezler. bu yaşandığı, yani şiirler kendi episteme’lerini
üretemediği, kendi oluş hâllerini kendi-için-varlık formunda
gerçekleştiremedikleri taktirde bir taklidin kılgısı olmaya yazgılıdırlar.
hülâsa, tüm bu sebeplerden hareketle mücbirdir şiir ve bir o kadar da meshur… yani
bir kez damarlarından Söz’ün zehri akıtıldıysa bir şairin, mümkün değildir bir
daha ab-ı hayatla iflah olması.
şafaklar boyu hançeresinden kanların süzüldüğü bir açmazın
içindedir şiir. gövdesinde hem ölümü hem de dirimi aynı anda barındırır. üçüncü
hâlin olanaksızlığı ilkesini anbean ters yüz eder, çelişkendir ancak bir o
kadar da tutarlıdır. yeryüzünde gerçekleşebilecek tüm hâller, aynı anda vuku
bulur şiirin bünyesinde. şiirdeki bu Oluş'lar, belki Söz'ün tanrısallığından ileri gelir,
belki de dildeki gizil perdelerin aralanmasından kaynaklanır.
***
ben, doğmazdan beri şiir yazdım ve şiiri yaşadım. bu edimi
fâş ederken şiir de beni yaşamaktaydı belki, bilemiyorum. ancak emin olduğum
tek bir realite var ki o da şiirin var olan bütün somutluk ve soyutluklardan,
bütün olay ve olgulardan, bütün inanç ve inançsızlıklardan daha üstün olduğu.
beni bugüne kadar getiren, beni yaşatan, öldüren, sonra dirilten, sonra yine
öldüren, öldüren, öldüren, hep öldüren… varlığımı yıkıp yeniden dönüştüren ne
varsa hepsi şiirdi. ben de tanrı belledim şiiri. satırlarıma usulcacık
asıldığında bir sözcük, kendimi onunla birlik sanırdım. ne zaman bir harf
düşsem sahifelerin cellat gövdesine, boynumu bir ilmekle çiçeklendiren o kutsal
oluş hâli: imgeydi.
soluğumdan bile şiir süzülürken benden nasıl beklerler mekanik
yapıların bir parçası olmamı? nasıl beklerler yaşantımı yalnız gündelik zevkler
ile doldurup asli dünyaya, düşünsel dünyaya, yabancı kalmamı?
ben sözcüklerin yalnızca bir ‘’sözcük’’ sayıldığı, mitik
aldanışların çağdaş ikonalarda teşhir edildiği ve persona'ların
kutsallaştırıldığı bu dünyaya alışamam.
nilgün doğru söylemiş, hâlâ maskelerini kuşanıp yalanlarını
çoğaltıyor insanlar. bir sevgiyi büyütmek yerine nefret tomurcuklanıyor
sokaklarda. birbirlerine sarılırken bile yabancı hissediyorlar, birbirlerine
bakarken görmeyi unutuyorlar, birbirlerini duyarken dinlemeyi, birbirlerini…
artık şiir yazmak anlamsız, diyor bir şâir. açıklıyor, ben
ne kadar açıklamasını dinlemek istemesem de:
şiir ki ölümün göbeğinden süzülen bir ab-ı hayat oldu
bunca yıl. su tükendi, ben yoruldum. her gece içerek yıldızların
kayıtsızlığından sağdığım o öz suyu, zihnimdeki çaresizliğe zerk etmekten
yoruldum. artık deva da olmuyordu şiir, o eşsiz yaraya. ben de yarayı süzdüm
şiirimden, çırılçıplak bıraktım, o da tümcelerle örtemedi kendini. buradan
geriye dönüş olur mu bilemiyorum. yazabileceğim her şeyi yazmış,
söyleyebileceğim her türküyü söylemiş gibi hissediyorum. oluk oluk inançsızlık
ağıyor gözlerimden. insan, inanmadığı bir şey kalmadığında ne adına yazabilir?
bunu düşünmüyor kimse.
bir dost, inançlısın çünkü şiir yazabiliyorsun demişti bir
vakit. o zamanlar aldırış etmemiştim buna. inanmıyorum, demiştim. bunu, şiir
yazamadığımda anladım. ne yalan söyleyeyim, ağır geldi realiteyle böyle
kesinkes yüzleşmek. her kaçmak istediğimde kendim tarafından vuruldum.
ve bir sokakta öyle kimsesiz, kanlar süzülürken gözlerimden
ölümle yunan o kalem
benim tekmil yaşantımdı.
b e n öldükten sonra, beni anlatacağını biliyordum. kuşkusuz
beyhude değildi bir fotoromanda eskiyen o güleç, uçarı çocuk yüzüm. beyhude
değildi bir düş uğruna yürüdüğüm, büyüttüğüm ve beni büyüten kavgalar…
ben şiir yazmıyorum,
şiir kendini yazsın.
aralık,
’23 - istanbul
Yorumlar
Yorum Gönder