ÇAĞDAŞ MİTOSLAR, ÜST-İKTİDAR VE TOPLUMSAL PERSONA İLİŞKİSİ

Moderleşme öncesi soyut olan mitoslar, modernleşme sonrası müşahhas kılınıp görünür edildi. Her ne kadar çağlarının geçtiği anlatılageldiyse de mitoslar farklı tezahürlerle zihinlerimize işlenmeğe devam etti. Medyatik unsurlar, 21.yy. tanrıları, reklamlar, iktidarlar, bakanlıklar… Mitosun egemenlik gücü buralara aktarıldı ve mitik dönemdeki insanların sorgulamaksızın yerine getirdiği ritüeller, bugünün insanlarınca farklı biçimlerde icra edildi. Belki bu tapınmaların şekli ve muhtevası değişti ancak altlarında yatan ortaklık bâki kaldı: Toplulukların sığınma güdüsünü farklı kanallara akıtarak benliği eritmek. Böylelikle çağdaş mitoslar, gücü büyük oyuncunun, ‘’üst-iktidar’’ın elinde tutmaya yarayacaktı.

Peki neydi ‘’üst-iktidar’’?

Reklam panolarında estetize edilmiş güzellik algısını insanlara aktararak onların güzellik merkezlerinde sermayelerini eritmelerini sağlayan, toplumun gerçekleri görmemesi için muhtelif sosyal mecralardaki kliplerle gözlerini boyayan, kişisel gelişim safsataları ile ‘’ideal mutlululuk’’u aranje eden, insanın benliğini eriterek kendisine yabancılaşmasını sağlayan, ‘’insan’’ı öldürerek ‘’çalışan’’ı kutsayan…  

Bütün bunların hepsi, az evvel söz ettiğimiz üst-iktidarın kılgısıdır. Üst-iktidar bazen baba görünümündedir bazen devlet… Bazen şirin görünür bazen tehditkâr. Bazı anlar görünmese dâhi kültür, gelenek-görenek ve eğitim sistemi gibi aracılarıyla toplumun bilinç-dışında kendine mesken kurabilir. Her görünümde amacı aynıdır ancak ‘’yönlendiren’’ yanı ekseriyetle ehemmiyet taşımaktadır.  

Modern insan, tüm bu şark kurnazlıklarının içinde yetişerek kendisine sunulanlardan bir seçim yapmaya ve adına ‘’özgürlük’’ demeye devam etmektedir. Çünkü mitoslar öylesine kuşatmıştır ki insanın zihnini, insan, mitosların kurgulaştırdığı yaşantılarda bir yapaylık olduğunu dâhi sezinleyemeyecek bir duruma getirilmiştir. Yani kişilik pazarlarında satılanları üstüne geçirerek, sahte gülücükler dağıtarak, toplum tarafından yaftalanmaktan korktuğu için mutsuzluğunu maskeleyerek bu büyük oyuna alet olmuştur. Oysa kısa süreli dahi bakılsa insanların nasıl bir buhran içinde olduğu yüzlerinden görülecektir. Her ne kadar tüketmek geçici haz sağlasa da tüketilen şeylerin yalnız metalar değil, benlikler olduğu sarih bir şekilde ortadadır.

Peki çağdaş mitler neden modern toplumda bu denli rağbet görmektedir? Bu da kişinin bir yere ait olma, kendini bir kimlikle tanımlama, sığınma çabasından kaynaklanır. Çağdaş mitler insana ‘’Bizden değilsen pastadan pay alamazsın.’’ diyerek kaygı aşılar. Ve insan, kendisi olduğu taktirde kabul görmeyeceği yanılgısıyla üst-iktidarın piyasaya sürdüğü ikonalara, ‘’toplumsal persona’’ya sarılır. Bir diğer nedeni de çağdaş mitlerin insanı realiteden alıkoyması ve sorgulama eylemini baskı altına almasıdır. Modern toplumdaki insanların çoğu, sorumluluktan kaçındığı için düşünmeyi, sorgulamayı erteler. Adına ‘’yaşam gailesi’’ dediği telaşenin içerisinde sorumluluğu hep başka araçlara aktararak bir nevi kendini aklamak gayretindedir. Modern dünyanın piyasaya sürdüğü ‘’toplumsal persona’’nın muhteviyatı şudur: Atiklik, hızlı karar verme yetisi, değişimlere ayak uydurabilmek, iş hırsı, liderlik… ve benzeri. Bu gibi nitelikler; çağdaş mitoslar dediğimiz dizi ve filmler, reklamlar, sosyal mecralar, üst-iktidara yaltaklanmış yazınlar ve ikonlar tarafından zihinlere küçük yaştan itibaren nüfuz etmiş, bu yolla kişiliğin erimesine yol açmış ve kişinin bilinç dışında kendine mesken kurmuştur. Bu niteliklere sahip olmayan kimseler aynı yollar aracılığıyla yetersiz, değersiz, sorumsuz olarak lanse edilmiş ve toplumsal adaptasyon sağlamak güdüsündeki ‘’insan’’ın egosunu bastırmasına sebep olmuştur. Çünkü artık modern toplumda insanların değeri zarf ile ölçülecektir, mazrufla değil.

Çağdaş mitoslar, özel yaşamı ortadan kaldırdığı gibi kişilerin özel ilişkilerine de sirayet etmiştir. Kişiliği eriyen, bir makineye dönüşen insanlar gitgide sevgiyi de tüketmeğe başlamış; diğer makine-insanlarla birer ‘’tüketim’’ ilişkisi kurmuştur. Toplumu şeffaflıkla incelediğimizde görmüş oluyoruz ki pek çok ilişki maddi-manevi menfaat üzre kurulmuş, bir taklidin izdüşümü olarak sürdürülmeğe başlanmıştır. Teknolojinin üst-iktidarın bir aracı hâline geldiği böylesi bir dünyada insanlar, kendilerine takdim edilen rollere büründüğü ve aynı şeyleri takip ettiği için giderek aynılaşmakta, birbirleriyle paylaşacakları ve birbirlerinden beslenecekleri farklı bir fikir bırakmamaktadırlar.

Bugünden baktığımızda Nietzsche’nin sanısının aksine Tanrı’nın öldüğünü iddia etmek oldukça güç. Tanrı ölmedi, yalnızca suret değiştirdi. Kimileri ideolojilerde buldu Tanrı’yı, kimileri eşyada, kimileri insanın kendisinde… Geleneksel dinî anlatıların yahut âdetlerin, alışkanlıkların belirleyiciliği eskiye oranla zayıflamış olsa da kapitalizm, çağdaş mitlerle kendini meşrulaştıracak yeni bir kulvar açmayı ihmâl etmemiş oldu.

Çağın başat sorununun psikolojik rahatsızlıklar olması da bu bakımdan şaşırtıcı değil. Kendini gerçekleştirmekten, yaşantısının sorumluluğunu ellerine almaktan çekinen pek çok insan bu mitlerde kendine yeni bir ‘’persona’’ belirleyebildiği için egosu ile daimî bir çatışma hâlinde. Bunun yanı sıra modern insan, kendi egosuyla yaşadığı çatışmayı başka insanlar üzerinden yansıttığından beri kendini ‘’kurban’’ rolüne sokmaya oldukça müsait. Çağdaş mitlerin istediği de tam olarak bu! Kapitalizmin yarattığı ‘’toplumsal persona’’ya bütün toplumların entegre olması… 

Bundan nasıl kurtulacağız?
Belki de presokratik dönem ürünü olan, Delphi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde yazan sözü ansıyarak…

‘’Nosce te ipsum.’’[1]


                                                                       18.02.24 - Akdeniz




[1] Kendini bil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Muhalefete Dönük Saldırılar, Paramiliter Yapılanmalar...

Doğa ve İnsan İlişkisi Bağlamında Yabancılaşma

Gençlik Kavganın Neresinde? Devrim Yolunda İdeolojik Mücadele Ve Devrimci Şiddet

Alacakaranlıktaki Ülkemize Bir Bakış | ''Öyle mi Erdoğan?''

Maraş Katliamı (19-26 Aralık 1978)